Lucy, yani asıl adıyla Kaede, bildiğin sıradan bir insan değil. Diclonius diye bir türden geliyor, hani şu kafasında boynuzları olan, bir de görünmez kollarıyla (vektörler) ortalığı birbirine katan tipler. Bu vektör dedikleri şeyler, telekinetik güçler işte, Lucy’yi insanlardan ayıran en büyük farklardan biri. Ama bu güçler yüzünden çocukluğu hiç kolay geçmemiş. Daha küçükken insanlar ona "ucube" gözüyle bakmış, dışlamış. Haliyle bu da Lucy’nin içindeki öfkeyi büyütmüş. Mesela, yetimhanede büyürken bayağı zorbalık görmüş. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak bunalıma sürüklenmiş. Bir de üstüne en yakın dostu olan o minik küçücük köpeğini öldürmüşler. Düşünsene, o an Lucy için her şey değişmiş. İnsanlara karşı zaten bir güveni yokken, bu olayla birlikte tamamen kopmuş. "Madem bana bunu yapıyorsunuz, ben de size acımam" demiş içinden sanki. O noktadan sonra da kimseyi gözü görmez olmuş.
Lucy’nin şahsen kafasının içini bilmiyorum, düşünmek istemiyorum. Bir tarafta çocukken yaşadıkları, dışlanmalar, acılar; diğer tarafta Kouta’ya duyduğu o tertemiz sevgi. Hani Nyu diye bir hali var ya, o masum, çocuk gibi tarafı. Nyu çıktığında sanki Lucy’nin içindeki "Keşke her şey güzel olsa" dediği masum kız ortaya çıkıyor. Ama normalde Lucy sert, kırılmış, öfkeli biri. Bu iki zıtlık arasında gidip gelmesi, onun ne kadar psikolojik olarak yaralanmış olduğunu gösteriyor. Kouta’yla geçirdiği zamanlarda ise bambaşka biri oluyor. Daha yumuşak, korunmaya muhtaç bir hale bürünüyor. Bu ikilik Lucy’yi benim gözümde öyle trajik yapıyor ki, insan "Bu kız nefreti de sevgiyi de sonuna kadar yaşıyor" diyorsun. Kızın hayatındaki en önemli kişi malum, Kouta. Çocukken tanışmışlar, Kouta ona belki de ilk defa "İnsanlar da iyi olabilir" dedirtmiş. Ama işler karışmış. Lucy’nin kontrol edemediği güçleri yüzünden Kouta’nın kardeşi ve babası ölmüş. Tabii Lucy bunu isteyerek yapmamış, ama yine de kendini suçlu hissetmekten kurtulamamış. Kouta’ya duyduğu sevgi hem onu ayakta tutan şey olmuş hem de en büyük zayıflığı. Yıllar sonra Kouta’yla tekrar karşılaştığında, içinde fırtınalar kopmuş resmen. Hem affedilmek istiyor hem de "Ben buna layık değilim" diye düşünüyor. O anlar Lucy’nin en insan olduğu anlar bence. Tüm o wild karakter görünüşüne rağmen, içinde hâlâ bir umut taşıyor.
Şahşen Lucy’yi izlerken şunu anladım: Bu kız tam bir ayna. İnsanlığın karanlık tarafını gösteriyor. Dicloniuslar, insanların korktuğu ve yok etmek istediği bir tür. Lucy, diğer insanlar gibi şiddeti kötü kalpli olduğundan değil, hayatta kalmak için bir çıkış yolu bulmaya çalıştığından yapıyor. Peki, o zaman oradan suçlu kim gibi duruyor? Lucy mi, yoksa onu bu hale getiren toplum mu?
Kararı bana bırakırsanız Lucy gerçek bir insan, toplum ise tam bir ucube. Sizin fikrinizi merak ediyorum. İyi forumlar!!
